Düşünmek Farzdır-Metin Önal Mengüşoğlu. Pınar Yayınları, 2.Basım Ekim 2010.
"Kur'an'ın öğrettiği İslam ile halkın yaşadığı İslam arasındaki bariz farkları gözlemlemek, bize toplumun yapısı hakkında ipuçları, bilgiler veriyor." Sayfa 12.
"Kendini İslam'a nispet eden bir halk, ezberlediği yahut ürettiği nükte ve fıkraların, onda yahut yüzde biri kadar bile, dinlerinin kaynağı olan Vahiy ile temasa geçmemiş, ilişkiye girmemiştir." Sayfa 13.
"Bunca dinine bağlı bir halkın, Türkiye'de hemen büyük çoğunlukla ladini (dinsiz) bir hayat sürdüren ve onu dayatan hükümetlere nasıl tahammül ettiği, zaman zaman hayretle sorulagelmiştir. Bu sorgulamada iki yanlış vardır. Biri halkın dindarlığı, ikincisi de yönetenlerin dinsizliği. Her iki kesimin de aslında dine bir bakış açıları, dini bir yorumlayış tarzları vardır. Ve o pencereden bakıldığında her iki kesim de aynı ton ve edada bir tür dindardırlar. Bu 'Türk tipi müslümanlıktır' ve herkes halinden memnundur.
Halkın dini hakkın dini ile zaman zaman tashih edilmez, bir tecdide tabi tutulmazsa bulanıklaşır. Çünkü İslam ilahi, halkın dindarlığı beşeridir." Sayfa 14.
"Resmi ve gayrıresmi sıfatlı herkesin gönlünde yatan, etliye sütlüye bulaşmayan, siyasetten Allah'a sığınan, toplumları ve bireyleri yönetmeye kalkmayan, belki yalnızca vicdanlara hafif bir korku salan şu Türk tipi Müslümanlık sorgulanmalıdır.
Bir toplum ki aklını fazla kullanmaz ama sıra dine geldiği zaman keyfine göre takılır, ne hikmetse o noktada dini keyfine uydurur; aklının kullanmadığı bölümünü ise nükteler, fıkralar, maniler, espriler, dervişane öyküler, mitolojiler, platonik ve cinsel her türlü aşk masalları, efsun, uğur, şans teraneleri, yani bilcümle müteşabihat için harcar...O toplumun felahı elbet gecikir." Sayfa 15.
"İnsanların İslam'ın bütününe bağlanmadıkça mümin sayılamayacakları ortadayken, vahyi nasların 'düşünmekten korkmayı empoze etmesi mümkün müdür?" Sayfa 20.
"Akıl, özellikle kendisi gibi Allah'ın bir başka nimeti olan vahiy karşısında, onu anlamak için gerekli bir alettir. Ve aklın asıl fonksiyonu, faaliyeti, vahye ulaştıktan sonra başlar. Böylece istikamet kazanır." Sayfa 30.
"Sonuçta materyalizm de modernizm de birer din değil midir?" Sayfa 69.
"İmanda, itikatta, anlayışta orta yol bize önerilmiş ve öngörülmüştür. Oysa örneğin tasavvufun öngördüğü insan-ı kamil adeta biraz ilahlaşmış insan, biraz insanlaşmış ilahı ifade ediyor. Oysa Kuran'ın uzak durmamız için en çok vurguladığı, ahirette bağışlanmayacağı, tevbesiz asla affa uğramayacağı bildirilen şirkin en bilinen tanımı şudur: 'Allah'ın sıfatlarını kulda, kulun sıfatlarını Allah da görmek'." Sayfa 78.
"Cenap Şahabeddin: 'Aşk kalbimizin saygısız misafiridir. Bize sormadan gelir, bize sormadan gider' der. Halis sevgi ne kadar üzerimize vacip kılınmışsa aşktan, yani bizim savunduğumuz anlamda tutkudan o kadar uzaklaşmamız önerilmiştir. Dizginlenemeyen bir doza ulaşan tutkular insanın başına neler açmıştır, tarih bunun tanıklıklarıyla dolup taşar.
İnsan, dengeyi iyi kurmazsa aşk, onu hayatın izahında yanıltır. Öyle yanıltır ki yaratılışın asıl amacı yalnız Allah'a kulluk etmek iken, Allah'a aşık olmak gibi memur olmadığımız, izah edemeyeceğimiz soyut bir iddiaya dönüşür. Böylece insan vahyi çizgiden sapar. Çevrenin hakimi değil, mahkumu olur. Allah'a kul olmak ile aşık olmak arasındaki farkı ise anlatmak için çok söze gerek yoktur.
'Nasıl ki güneş, madeni eşyaları diğer nesneleri nispetle daha çok ısıtırsa bu da öyle. Aslında güneşin fiili aynıdır. Ancak onu karşılayanın kabiliyetine göre etki farklılık göstermektedir.' (Şah Veliyullah Dehlevi)
Anlaşılan odur ki Allah'ın bizi sevmesi, ona kulluk etmek, gayretimiz oranındadır. Buna Kur'an-ı Kerim takva demektedir. Takva iyi anlaşılırsa sorunu çözmek daha da kolaylaşır. Ancak aşk yandaşları takvayı da keyfilikle açıklamaktadırlar.
'Ben Allah'a korktuğumdan değil, sevdiğimden taparım' biçiminde Ziya Gökalp'te ifadesini bulan trajikomik ve vahiy dışı polemiklerden uzak durmalıyız." Sayfa 81.
"Şeriatçılık, İslamcılık, Ümmetçilik, en basitinden o dili kullanmaya zorlanan Müslümanlara, dayatmacıların ad olarak taktığı üç uç örnektir. Müslüman yazarların çoğunluğuna bakınız, okuyunuz, nasıl da çabucak alıp benimsediler bu türedi dili.
Tam bir komedi tablosu. Başkaları bir vakitler Müslüman diye suçlayamadıklarını, bunu apolitik buldukları için 'şeriatçı' diye suçlamışlardı. Her yönüyle yanlış ve kötü niyetli bu suçlamayı, bu şablonu, bazı Müslümanlar da -kime sordularsa- aynen alıp benimsediler. Şaşırmamak elde değil." Sayfa 87.
"Ümmet bir haslık, bir özellik ve bir olguyu ifade eder. Oysa millet, akidesinden ameline kadar, hayatının tüm safhalarını kapsayan, sosyolojik bir fenomen olarak Müslüman insanlar topluluğunun yolu (dini) dur. Her müslüman, İslam milletinin bir bireyidir, ehlidir. Ve zaten yeryüzünde iki millet vardır: Küfür milleti, İslam milleti. Küfür milleti birdir: Ehli kitap da olsalar, müşrik ve münafık insanlar hep bu milletin ehlidirler. Yolları dinleri birdir." Sayfa 90.
"Hz İsa'yı ya da Mehdi Resulü beklemek yerine, mevcuda hakim olmak için düşünülseydi, elbet bugünkü kahir zilleti çekmeyeceklerdi. Bu zillet yalnızca küffara boyun eğmekle bitmez. Korkarım Müslüman çoğunluklar mevcut tutumlarıyla dünyayı küffara kaptırdıkları gibi, akibeti yani ahireti de zor kurtarırlar. Allahu alem." Sayfa 96.
"İşlenen asıl hata Doğuda da Batıda da aslında aynıdır. Batı, aklı sonsuz, sınırsız sandı, yanıldı. Doğu ise küçümseyerek.
Her iki kesim de başa dönerek aklı yeniden anlamak zorundadırlar. Aklın yaratılmış, sınırlı bir meleke olduğunu anlamalıdırlar. Ölçü değil, ölçü aleti olduğunu iyice bellemelidirler." Sayfa 123.
"Allah'ın seçilmiş elçilerine dahi verilemeyecek kimi sıfatların, O'nu takip etmesi gereken 'gavs'lara sunulması, kul iradelerinin yine bir başka kul iradesine teslimiyeti sonucunu doğurmuştur. Ki bu sonuç, insanca düşünmeyi ve müslümanca iman etmeyi ortadan kaldırmıştır. Tevhidi zedelemiştir." Sayfa 133.
"Allah'a olan sevgi bile, beraberinde bir Allah korkusunu taşımıyorsa eksiktir. En azından yanlıştır. İşte o korku; sevgiyi saçmalamaya, nazlanmaya, kıskanmaya ve benzeri gibi zaaflara düşmeye karşı uyarır, frenler. Zaten 'Allah aşkı' diye bir söylem de Vahyin üslubunda mevcut değildir, sonradan uydurulmuş bidat bir söylemdir. Temeli ve dayanağı yoktur." Sayfa 149.
"Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir akıl sahibi, vahye ulaştıktan sonra artık vahye göre düşünmeye başlar. Vahye ulaşmak onun düşünme eylemini azaltmaz, hatta yönlendirip çoğaltır. Vahiy ona esasları ve ilkeleri belirtir. Bu esas ve ilkeler doğrultusunda hayatın teferruatını salih amelle doldurmasını, onu düzenlemesini emreder. Aklın bu faaliyetinin adı da Kur'an'da 'fıkhetmek' diye anılır." Sayfa 181.
"Umulan, önce aklın faaliyet içinde bulunmasıdır. İkincisi, diğer beşeri yetilere egemenliğidir. Selim biçimde çalışırsa vahye ulaşacaktır. Vahye ulaştıktan sonra ise fıkhetmeye çalışırken beklenen, bütün gücünü harcayarak doğruyu aramasıdır. Bu esnada doğruya isabet etmesi ya da etmemesi çok önemli değildir artık. Sorumluluğu yoktur en azından. Asıl sorumluluk aklı kullanmamak, bütün gücünü harcamamaktır.
Biz akılsız olmaz diyoruz, akıl ise rehbersiz olmaz." Sayfa 182.