Günümüzde Tasavvuf ve Tarikat Anlayışı-Cahide Merziye Karaca. Bilge Yayıncılık, 2010.
"Peygamberimizin inziva hayatı yaşamaması ve bunu teşvik etmemesi Kur'an'ın bir öğüdüdür. (Hadid27)". Sayfa 23.
"Nasıl iyi kul olunur sorusunun cevabı Peygamberimizin yaşantısında gizlidir. Başka yol ve metotlar peşinde koşmak, Peygamberimize saygısızlıkla beraber Kur'an'ın tavsiye ettiği yoldan daha iyisini bildiğini iddia etmek gibi, cahilce ve cüretkarca bir tutum içine girmek demektir." Sayfa 25.
"İlk dönem tasavvufçulara göre Zühd; helalleri haram kılmak veya malı telef etmek değil, elde olana güvenmemektir. Allah'ın helal kıldıklarını kendine haram kılıp onlardan kaçmak değil, onlara fazla önem vermemektir.
İslam'ın ilk yüz yılındaki ashabın Kur'an ve Sünnet temelli yaşantısı, zühd hareketinin de temelini oluşturmaktadır." Sayfa 27.
"Tasavvufun sistemleşmesi ve kurallaşmasının yüzyıllar aldığı görülmektedir.
İlim için yapılan seyahatlerde Yahudilik, Hristiyanlık, Budizm, Hinduizm ve Brahmanizm dinlerine mensup insanlar ve onların eserleri ve fikirleriyle karşılaşılmıştır. Onlarla kurulan ilişkiler, o dinlere mensup olanların İslam'ı seçmeleri, kendi yaşayış ve inançlarının bazılarını yeni inanışlarına taşımalarıyla da tasavvufi düşüncedeki değişiklikler artmıştır. Tasavvufun değişim ve gelişimi ve bilgi akışının çoğalması da felsefi tasavvufun ve Vahdeti Vücut (varlığın birliği) fikrinin doğmasına neden olmuştur." Sayfa 29.
"Ne yazık ki hulül, sufilerce açıkça kabul edilmiyor görünse de Hallac ve benzeri zatları büyük veli kabul etmişler, 'enel hak' gibi bazı sözleri çeşitli tevillerle açıklamaya çalışmışlar ve savunmuşlardır. Bu da yeni yorumlara ve bu tür düşüncelerin halk arasında giderek yaygınlaşmasına neden olmuştur.
İbni Arabi, Füsus'ul Hikem adlı eserinin giriş bölümünde, Peygamberimizi rüyasında gördüğünü ve bu kitabı ona verip nakletmesini istediğini söylemiştir. Bu eserin çok beğenilip yaygınlaşmasında, kitabın ilham ve keşifle yazılmış olduğu iddiası ve ona yüklenen kutsallık da etkili olmuştur.
İbni Arabi, tasavvufta kullanılan İnsan-ı Kamil, Hakikati Muhammediye gibi terimlere yeni anlamlar yükleyerek, bazı tasavvufçular gibi kendisinin de rüyada Allah ile görüştüğünü öne sürmüştür. Tasavvufta rüyada Allah'ı ve Peygamberi görmek, hatta onlardan uyarı ve müjdeler almak gibi durumlar zamanla normal karşılanmaya başlanmıştır." Sayfa 32, 33.
"İbni Arabi ile yeni anlam kazanan 'İnsanı Kamil' tabiri, önceleri 'Kamil Mümin' anlamında kullanılmaktaydı. İbni Arabi İnsanı Kamil'in Allah'ın sıfat ve fiillerinin tecelli ettiği varlık olduğunu, Allah'ın yerde ve gökte ne varsa onun emrine verdiğini savunmuştur. Bu görüş ile evliyalar tasavvufta Fenafillah makamına ulaşmış, İnsanı Kamil olmuş ve Allah'ın zat ve sıfatları onlarda tecelli etmiştir. Böylece yer ve gök onların emrindedir. Her istediklerini yapabilirler ve her şeyi görebilirler.
İbni Arabi, Hakikati Muhammediye ile de tasavvufta Peygamberimize farklı bir bakış açısı getirmiş, ilk önce yaratılmış olan varlığın Hz Muhammed'in nuru olduğu ve kainatın ondan yaratıldığını savunmuştur." Sayfa 36.
"Vahdeti Vücud düşüncesinin karşıtı olarak Vahdeti Şuhut (varlığın görünüş birliği) düşüncesini savunan mutasavvıflar da olmuştur. Gazali, Kureyşi, İmam Rabbani bunlara örnek gösterilebilir.
İmam-ı Rabbani Vahdeti Vücud ile ilişkili bazı hususları da ehli sünnet inancına aykırı olduğu gerekçesiyle eleştirmiştir." Sayfa 41.
"Peygamberimize ve sahabelere dayandığı söylenen, önceleri çok masum olarak uygulanan ve nefsi arındırma yolu olan tasavvufta zaman içinde farklılaşmalar oluşmuştur. Bunun nedeni, yeni kültürlerin İslam'la tanışmış olması ve insanların kendi kültürlerini de yeni dinin inançlarına farkına varmadan taşımalarıdır. İslam'a ters düşen geleneklerin, inançların, kültür altyapılarının İslam'a uyarlanmaya çalışılması ciddi itikadi sorunlar oluşturmuştur.
Tasavvufun ilk kaynaklarını oluşturan Tusi, Kuşeyri, Muhasibi gibi zatlar da tasavvufta Kur'an dışı oluşmaya başlayan tehlikelere eserlerinde dikkat çekmişlerdir." Sayfa 47.
"Şeyhlerin günahsızlığı, cenneti garantilemiş görüntüleri ve sözleri, Allah katında edindikleri söylenilen makamlar, Allah'ın onlara verdiği düşünülen olağanüstü ayrıcalıklar, müridlerini cennete götüreceği inancı, şefaat edeceği beklentisi ve öğretisi, kainatta çeşitli olaylara ve durumlara hakimiyetleri inancı, ölmüş ruhlarla olan ilişkileri düşüncesi, Peygamberimizin ruhu ile devamlı bağlantıda olduğuna inanılması, hatta Allah ile görüştüğü ve ondan gelen kalbi ilhamlarla davrandığı ve konuştuğu inancı, müridleri ve halkı bir çeşit manevi baskı altında tutmaktadır." Sayfa 50.
"İnsanlarda fıtri olarak bulunan olağanüstü olaylara karşı duyulan merak, istek ve zaaf onların suistimaline yol açar. Bu konuda Kur'an bilgisi bulunmayan kişiler kolayca ikna edilebilirler. Sonuçta ne zararı olabilir ki diye düşünülür. Allah zikredilecek ve ibadet yapılacaktır." Sayfa 51.
"Tasavvufa göre şeyh, kendi manevi durumunu bilen, yani Allah'ın sevgili kulu olduğunu farkında olan biridir. Zaten bu yadırganmaz. Çünkü onun kalp gözünün açık olduğuna inanılmaktadır. Arşı ve levh-i mahfuzu istediği anda gören, herkesin kalbinden geçenleri keşfeden şeyh; Allah'tan aldığı ilhamlarla Allah adına hükümler vermektedir." Sayfa 53.
"Ancak Allah'a abd (kul) olunur. Kul kula teslim olmaz. Hocasının istediği tarzda olmak için her emrini yerine getiren talebe, 'kayıtsız şartsız, sorgusuz itaat' gibi yanlış bir anlayışla onun kulluğunu, hata yapabilirliğini düşünemez hale gelmektedir." Sayfa 62.
"İbni Arabi taraftarları, onun veli olduğu ve yalan söyleyemeyeceğini vurgularlar. Ayrıca kitabının Peygamberimiz tarafından kendisine telkin edildiğine, ilhamla yazıldığına göre hadis kitabı gibi incelenmesi gerektiğini savunurlar. Kur'an'ın anlayışına ters düşen meseleler, bu konuyu ancak ehli anlar deyip geçiştirilmiş ya da türlü teviller ve yorumlarla anlaşılır kılınmaya, izah edilmeye çalışılmıştır." Sayfa 71.
"İbni Arabi Fütuhat-ı Mekkiye adlı eserinde, velilerin ruhani olarak miraç yapmalarının mümkün olduğundan bahseder. Kendi miracını anlattığı eserinde, Peygamberimiz gibi yedi kat göğü gezdiğini, semada değişik peygamberlerle karşılaşıp görüştüğünü ve Sidret-ul Münteha'ya ulaştığını belirtir.
Allah'ı rüyada gördüğünü, Allah'ın kendisine seslenişinin her zaman uykuda değil bazen uyanıkken de olduğunu, kendisini 'kullarıma nasihat et' diyerek görevlendirdiğini söyleyen İbn Arabi, Ayrıca Peygamberimizle de sık sık görüştüğünü ve bazı sorularını cevaplandırdığını iddia etmiştir. Ona göre ilim, sadece okumak araştırmak ve hocalardan ders almakla değil, Allah'tan Peygamberden de doğrudan alınabilmektedir.
İbni Arabi, bazı ruhların bedene bürünerek kendisi ile konuştuğunu, onlardan da çeşitli bilgiler aldığını belirtir." Sayfa 72.
"Fıkıh alimlerinin çoğuna göre İbni Arabi'nin bazı sözleri; 'imanı tehlikeye atan, küfür sözleri' olarak değerlendirilmiştir. Tasavvufu etkileyen kitapları, fikirleri hala tartışmalara yol açmaktadır." Sayfa 73.
"Kur'an ile örtüşmeyen fikirlerden; 'Bu ilimlerden herkese nasip olmaz. Bunlar derin meseleler' diye bahsedilmektedir. Halbuki Kur'an, Allah kelamı olarak Peygamberimize o günkü insanların anlayacağı bir dille anlaşılsın ve doğru yol bulursun diye inmiştir. Bütün insanların vazifesi de Kur'an'da söylendiği gibi anlaşılır olan ilahi mesajları okumak, anlamak ve yaşamaktır." Sayfa 74.
"İlhamla eser yazılma iddiasına dair, Celaleddin Rumi'nin yazdığı Mesnevi adlı eseri de örnek olarak verebiliriz. Önsözünde insan eseri olan Mesnevi'nin, Allah tarafından gönderilen açık bir burhan olduğu ve onun Allah tarafından korunacağı iddia edilmektedir. Mesnevi'nin içinde yararlanılacak şeyler olmasına rağmen, bazı hoş olmayan müstehcen beyitler bulunduğu da gerçektir. Ancak Rumi ve taraftarlarına göre bu beyitler, şeytan ve nefsin kötülüklerini ve tuzaklarını anlatmak, onlardan korunmak için halkın kolay anlaması, akıllarında kalması amacıyla söylenmiştir. Bunların Kur'ani anlayışa göre izahı, her ne kadar tevil edilmeye çalışılsa da mümkün görülmemektedir." Sayfa 74.
"Celalettin Rumi'ye verilen ve toplumda benimsenen Mevlana'daki Mevla ismi, Kur'an'da geçen Allah'ın isimlerinden biridir. Mevla Arapçada dost, sahip, efendi, müminlerin dostu olan, onlara hayır yollarını açan, yardım eden tasarruf ve himaye eden demektir. Oysa bizim mevlamız Allah'tır:
'Biliniz ki Allah sizin Mevlanızdır.O ne güzel mevla, ne güzel yardımcıdır' (Enfal 40)." Sayfa 75.
" 'Mesnevi, alemlerin rabbinden inmedir. Batıl ne önünden gelebilir ne ardından. Tanrı onu korur, gözetir.'
Ne yazık ki bu Mesnevi'nin Kur'an-ı Kerim ile özdeşleştirilmesine çok belirgin örneklerden biridir. Oysa;
'Ona (Kur'an'a) önünden ve ardından batıl gelemez. O hikmet sahibi, çok övülen Allah'tan indirilmiştir. (Fussilet 42)." Sayfa 76.
"Şeyhlerin, Allah dostu kabul edilen zatların yazdığı eserler de yazarları kadar kutsal sayıldığı, hatasız kabul edildiğinden, bu eserler zamanla bazı kesimlerce Kur'an'ın önüne geçirilmiş, İslamı öğrenmek ve öğretmek amacıyla büyük kabul görmüş, dini eğitimde kullanılmıştır.
Kur'an'ın başka dillerdeki mealleri basılıncaya ve Allah'ın ayetlerle ne mesaj gönderdiği Müslümanlarca merak edilinceye kadar, aktarılan kültür Atalar dininin oluşmasını ve gelişmesini sağlamıştır. Giderek Kur'an'dan uzaklaşılmış, İslam'ın yorumlanması ise kişisel anlayışlara terk edilmiştir Kur'an'ın anlaşılmasının zor olduğu inancı ise Müslümanın Kur'an'ı anlama çabasından uzak kalmasını sağlamış, Kur'an'a belli bir zümrenin yaklaşmasına yol açmıştır." Sayfa 77.
"Veli kulların, şeyhlerin hidayete erdirme yetkileri yoktur. Buna güçleri de yoktur. Allah'ın izni ile cümlesi eklenerek veli ya da şeyhlere verilen bu izni neden Allah peygamberlere vermemiş ve hidayet bana ait demiştir? Ne yazık ki pek çok tarikatta şeyh, huzuruna gelen kişiyi bir bakışla hidayete erdirmekte, kalpleri evirip çevirmektedir. Hz.İbrahim babasının hidayete gelmesini istemez miydi?" Sayfa 89.
"Ne yazık ki Allah dostu olarak bilinen pek çok zata, evliyaya gayb konusunda çok fazla yetki yüklenir. Onlar dünyada olup bitenden, eriştikleri manevi makam nedeniyle haberdardırlar diye düşünülür. Bazen olacak şeyleri iyi ya da kötü yönde değiştirebileceklerine inanılır." Sayfa 91.
"Yıllar önce ölen pek çok velinin hala yaşıyor, talebelerini kontrol ediyor, onları eğitiyor sanılması onlara ebedilik vermek değil midir?" Sayfa 104.
"Kerameti olduğuna inanılan kişilerin yüceleştirilmesi, onların Allah tarafından sevgili ve kabul gören, nazı geçen kişiler olarak algılanmasına sebep olmuştur. Bu da isteklerin o kişilerden istenmesine, duaların onlara yapılmasına, kısaca onlara yönelmeye yol açmıştır." Sayfa 110.
"Kerametleri olduğuna inanılan kişilerden beklentiler, onlar öldükten sonra da bitmemiş, onlara yapılan türbeler adeta bir tapınma yeri olarak değerlendirilmiştir. Bir isteği olan, sıkıntısı olan türbelere koşmuştur." Sayfa 110.
"Önceleri teşvik amacıyla söylenen herşey, zamanla esas amaç haline gelmiş, olgunlaşması beklenen ruhlar, ne yazık ki ham iken çürümeye yüz tutmuştur. Binlerle ifade edilen tesbihler çekerek, bilinçsizce Allah'ın adının tekrarlandığı zikirler, insanların ruhsal gelişimine katkıda bulunamamış, insanların pek çoğu şeker peşinde koşan küçük çocuklar misali Allah'ın rızasından uzaklaşıp, manevi makam, keramet, cennetten köşk kapma telaşına sürüklenmiştir." Sayfa 117.
"Peygamberimizden silsile yoluyla geldiği söylenen tarikat liderliği, kollara ayrılarak devam etmiş, günümüze kadar ulaşmıştır. Silsileler sayılırken arada boşluklar ve zaman farkları görülmektedir. Zaman farkı nedeniyle karşılaşması mümkün olmayan kişiler, bazen ardı ardına sıralanmaktadır. Tabii ki bu, tarikatlarda açıklanabilir bir durumdur. Sonra gelen kişi, önce gelenin ruhaniyetinden ders almış, eğitilmiş ve görevlendirilmiş olarak bilinir. Buna 'üveysilik' denir. Yani yaşanan bir şeyhten ders alınmamıştır. Ölmüş kişilere ebedilik veren bu sistem, daha başlangıçta Allah'ın ebedi olma sıfatından pay alma konumundadır." Sayfa 119.
"Tarikatlarda şeyh, nerede ve ne zaman olursa olsun müridinin sesini duyar ve yardımına gelir. Tevhid inancı ile taban tabana zıt bu anlayış, şeyhi zaman-mekan tanımaz, her şeyi gören duyan, herkese eli yetişen, ihtiyaçları gören, bir nevi ilah konumuna sokar. Şeyhin ölmüş olması sorun olmaz. Hatta daha da iyi olarak vasıflandırılır. Bedeninden sıyrılan ruh, çok daha rahat hareket kabiliyeti kazanmıştır. Bu da tarikat kitaplarında 'kınından çıkan kılıç gibi, bedeninden ayrılan ruh daha da rahat hareket eder' şeklinde açıklanır." Sayfa 120.
"Tarikatların sanki hiçbir hatası olmayan bir sistem gibi algılanması, insanların güven içinde, düşünmeden ve sorgulamadan, gözü kapalı olarak söylenenleri kabullenmesine yol açmıştır.
Sorgulayan veya itiraz edenler, cahillikle, maneviyatsız olmakla, büyüklere, evliyalara dil uzatmakla suçlanmışlardır." Sayfa 121.
"Fenafişşeyh; şeyhte fena olmak, kendini unutup, bir nevi şeyh olma halidir. Bu makamda mürit, nereye baksa şeyhini görür, yaptığı her şeyi şeyhinden bilir, daima şeyhinin huzurunda olduğunu düşünür.
Fenafişşeyh'ten sonra Fenafirresul makamı gelir. Bu sefer mürit her yerde Peygamberimizin huzurunda olduğunu düşünmeye başlar. Onun yaşantısını, ahlakını örnek almaya çalışır.
Ne zaman ki mürit Peygamberimizle de aynileşir, yani hal ve davranışlarıyla ona benzer, artık Fenafillah makamına yükselmiştir. Bu makam en son makamdır Allah'ın varlığında erime, yok olma anlamını taşır." Sayfa 135.
"Tasavvufta Fenafillah, Vahdeti Vücutla ilgili bir kavramdır. Buna göre, evrende gerçekte var olan tek şey Allah'tır. Tüm varlıklar onu gösteren aynadır. İnsan ölmeden önce Allah'la bütünleşmeli, O'nun zatında kişinin varlığı yok edilmelidir." Sayfa 135.
"Vahdeti Vücud inancında, bütün varlıklar esas itibariyle birdir. Allah'ın zatı dahil, kainattaki her şey bir vücudun parçalarıdır.
İbn Arabi şöyle der;
'Hakikat budur ki Halik mahluktur ve yine hakikat budur ki mahluk Haliktir.'
'Allah beni över, ben de onu.
O bana kulluk eder, ben de ona.
Sen kulsun ve sen tanrısın, kulluğun kimin kulu olduğunu bildiğin içindir.
Sen tanrısın ve kulsun, çünkü sözleşmenle kendini Tanrıya bağladın.'
Görüleceği üzere şiirleri ve yazıları, tevili zor itikadi sorunlar içerir." Sayfa 138.
"Allah'ı bulmak için bu denli karışık, karmaşık anlatımlar, izahlar bulmaya gerek yoktur. Doğru yol, Peygamberimizin yolu, Kur'an'ın tarif ettiği yoldur ve anlaşılmaz değildir.
Allah tek ve bir olan ilahtır. Bütün güç ve tasarruf ona aittir. Herşeyi yaratan odur. Herşey ona muhtaçtır. Allah, varlığında kimseye muhtaç değildir. Ezeli ve ebedidir. Yaratan ve yok eden, değiştiren odur." Sayfa 139.
"Denmektedir ki Kamil Mürşid doğuda ve batıda da olsa, ölüp kabrinde de olsa, cümle alem onun müridi olsa, hepsine aynı saatte ölüm gelse, şeytan imanlarına kastetse, şeytanın şerrinden koruyup onları ahirete gönderir. (Eşrefoğlı Rumi, Tarikatname).
Bu tür kitaplarda üzücü olan şey, mürşide olağanüstü yetkiler verilmesinin, Allah'ın sıfatlarından bazılarının, her yerde hazır ve nazır olmasının dahi, veli sıfatıyla insana verilmesi konusunun yadırganmamış olmasıdır." Sayfa 150.
"İtikatla ilgili konularda hataların küçük görülmesi, hafife alınması çok tehlikelidir. Zaten bugün bu duruma gelen yanlışlıkların ve hataların nedeni, geçmişte bazı itikadi konulardaki küçük hatalara göz yumulmasındandır.
Tasavvuf kaynak kitaplarına bakıldığında, bir eserdeki hataların başka tasavvuf eserlerine de yansıdığı, hataların üst üste katlanarak zamanla çoğaldığı görülmektedir.
Halk arasında tanınan, ilmine güvenilen kişilerin, bazı mutasavvıfların hatalı düşüncelerini kabul eder nitelikteki söylemleri ve eserlerinde bu görüşlerine yer vermeleri, yanlışların doğru diye onaylanmasına ve o yanlışların sorgulanmasına cesaret edilmemesine de yol açmıştır." Sayfa 174.
"Kur'an'a tamamen aykırı Pagan kültürünün etkisiyle yaygınlaşmış ve çeşitli tevillerle İslam'a uydurulmuş, adeta iğreti yama ile tutturulmuş düşüncelere susanlar çoğunlukta diye susmak, Allah'ın huzurunda bizi kurtaracak mı?
Bu denli açık ve anlaşılır ayetler elimizde iken, ayetlere tamamen zıt düşünceleri hayatımıza, inancımıza sokarak Rabbimizi sevdiğimizi nasıl söyleyebiliriz?" Sayfa 175.
"Tasavvufta özellikle Fenafillah, Vahdeti Vücud gibi oldukça karışık ve zor anlatımların açık izahı mümkün olmadığından, 'herkesin anlaması mümkün değil, hal ehli anlar, mana aleminden anlayan bilir, ledun ilmi herkese açık değil' gibi sözlerle geçiştirilmek istenmektedir.
Tamamen kişisel hisler, yorumlar, deneyimler ve algıların konu olduğu, subjektif anlatımlarla açıklanan konuların, açık deliller içeren ve aklı kullanmaya çağrı yapan Kurani ölçülerle izahı zaten mümkün olmamaktadır." Sayfa 198.
"Kur'an'ın emirlerinden bütün Müslümanlar sorumludur düşüncesindeyim. Ayetleri hayatımızda, nefsimizde yaşamaya çalışmak yeterli olmayacak, bizi sorumluluktan kurtarmayacaktır. Müslüman, bana ne, neme lazım zihniyetinde olamaz.
Bugün yaşanan dinin, İslam'dan uzaklaşmasında hepimizin sorumluluğu olduğu unutulmamalıdır. İslam'a ters düşen birşeyler fark edildiğinde ayet ve hadislere dayanarak uyarılarda bulunmak bütün Müslümanların vazifesidir. İyiliği emretme, kötülükten sakındırma, ayetlerle her birimizin üzerine farz kılınmıştır." Sayfa 211