Ana içeriğe atla

Bir Sahte Dervişin Orta Asya Gezisi-Arminius Vambery



Bir Sahte Dervişin Orta Asya Gezisi-Arminius Vambery. Kitabevi Yayınları 2011

     "İran ülkesi, gerçekte ürkütücü bir çöldür. Buna karşılık Türkiye, adeta bir cennet gibidir. Ancak İran hakkında gözlemlediğim zihin berraklığı, kavrama gücü ve zarafet Osmanlılarda az bulunur. Buna karşılık Türklerdeki doğruluk ve ahlak, içtenlik ve kalp temizliği, rakipleri olan İranlılarda yoktur." Sayfa 43 

     'Tahran'da hemen her gün Tatar hacılarıyla görüşüyordum. Bunlar Ehli sünnet, İranlılar ise Şii olduklarından, Tatarlardan küçük bir yardımı bile esirgiyorlardı. Türklerin yardım etmesi de mezheplerin bir olmasından ileri geliyordu." Sayfa 44 

     "Tatar hacılardan dört kişi yanıma gelerek Sultanın sefiriyle birlikte görüşmemizi rica ettiler. Meğer Hemedan'daki İran memurlarından şikayet edeceklermiş. Çünkü Mekke'den döndüklerinde kendilerinden bazı haksız vergiler alınıyormuş. Bu vergi, bir zamanlar İran Şahı tarafından sırf Sünnilere mahsus olmak üzere konulmuş. Bu Hacılar sefirden para falan istemiyorlardı, kendi adlarına kişisel bir istekleri de yoktu. Amaçları, bundan böyle kutsal mekanları ziyaret için gelecek olan Sünnilere Şiiler tarafından baskı yapılmamasıydı.
Doğu halkından olan bu adamların, böylesine hasbi ve kişisel çıkarlardan uzak bir istekte bulunmaları bana olağanüstü bir durum olarak göründü." Sayfa 45 

     "Dün üzerimdeki elbise ile aynaya bakınca kendimi en pejmürde bir dilenci gibi görmüştüm. Oysa bugün yol arkadaşlarıma göre atlas ve dibalar giymiş bir krala benziyordum." Sayfa 52 

     "Tebriz'den sonra vardığımız Sari şehrinde pazardan geçerken, bizim Sunni hacılar olduğumuzu anlayan halk hakaretler etmeye, galiz küfürlerle küfür etmeye başladılar. Giderek rezaleti öyle bir dereceye vardırdılar ki sabrım tükendi ama çevrede toplanan yüzlerce Şii ile uğraşmak imkansız olduğundan çaresiz sükut ettim." Sayfa 57 

     "İslam dininin 800 yıldan beri bu halk arasında gelenek denilen eski alışkanlıkları yok edemediğine, din bilginlerinin öğütlerine karşın dinin yasakladığı birçok adetlerin geçerliliğini bugüne kadar sürdürdüğüne dikkat edilmelidir. Buna göre İslamiyet, Türkmenler ve Orta Asya'nın diğer göçebe ve Yörükleri arasında, yalnız tapınma biçiminin değişmesine neden olabilmiş, başka bir etki yapmamıştır." Sayfa.72 

     "Türkmenler elindeki esir İranlıların pek çoğu eski hallerini buluyor, hatta daha çok servet ve itibar kazanıyordu. Bugün Buhara'da yaşayan İranlıların bir bölümü köleyse de bir bölümü özgürdü. Şii olmaları nedeniyle dini baskılara uğruyorlarsa da ayin ve ibadetlerini gizlice yerine getiriyorlardı.
     
     Zeka ve yetenekleriyle Orta Asya halkına üstünlük sağladıklarından devlet hizmetinde görevlendiriliyor, hatta içlerinden yüksek mevkiler kazananlar görülüyordu. Hile ve aldatmalardaki denenmiş ustalıklarından dolayı, Buhara'da Frenklerle yani Avrupalılarla yapılacak görüşmeleri yürütmeye en uygun kişiler İranlılardı." Sayfa 91 

     "İran sınırından henüz iki saatlik bir uzaklıktaydık ama Türkmenler ile İranlılar arasında ahlak, gelenek ve düşünce bakımından öyle bir fark görülüyordu ki bunların komşu değil, sanki birbirinden çok uzak yerlerde yaşayan iki ulus olduklarının sanılmaması mümkün değildi." Sayfa 92 

     "Pir ünvanından da anlaşılacağı gibi bu Kulhan denen mutasavvıf, tarikat ehlinden olduğundan son derece mağrurdu. Ben din konusunda bu haydut herif kadar riyakar ve münafık bir adam görmedim. Musibet kaynağı olan nice cinayetler işleyen bu adamın, yine kendisi gibi haydut müritleri karşısında oturup tam bir vakar ve azametle ruh ve nefsin arındırılmasından başlayarak, bıyığın kısaltılmasına varıncaya kadar birçok dini sorun ve kuralın öğretimine giriştiğini görmek gülünecek bir durumdu." Sayfa 96 

     "Yarı uygar, yarı yerleşik, yarı göçer Türkmenler arasında geçirdiğim iki gün içinde, bunların bir yerde uzun zaman kalmaktan ve oturmuş bir yönetimden ne kadar nefret ettiklerini görerek şaşırdım. Birkaç yüzyıldan beri Özbeklerle yan yana yaşadıkları halde, bu komşularının ahlak ve adetlerinden hiçbir şeyi kabul etmemişlerdi. Oysa bu iki topluluk aynı kökten geliyor, aynı dili konuşuyordu." Sayfa 120 

     "Ziyaretime gelen kalın kafalı, koca sarıklı Özbeklerin sıkıştırmalarına dayanmak, diğer bir deyişle abdest alırken ellerin, yüzün ve ayakların nasıl yıkanması gerektiğini, salih bir Müslümanın ne şekilde oturması, uzanması, yürümesi ve uyumasının uygun olacağına ilişkin sonu gelmeyen sorularına ve fetva isteklerine karşılık vermek zorunda kalmak, gerçekten çok rahatsız edici bir durumdu." Sayfa 130 

     "Tacikler ileri görüşlü ve araştırıcı kimselerse de Özbekler tarafından sevilmiyorlardı. Bu iki oymak 500 yıldan beri birlikte yaşamalarına karşın, birbirlerinden nadir olarak kız alıp veriyorlardı." Sayfa 132 

     "Hive'de kadınlar, kimi teberrük için bir miktar Medine toprağı istemek, kimileri de hastalığına nefes etmem için hücremin kapısına geliyorlardı. Diz çökmüş kadının yanına yaklaşıp bir şeyler okuyormuş gibi dudaklarımı kımıldatır ve parmağımı ağrıyan yerine basardım. Duanın tamamlandığını belirtmek üzere, derin bir iç çekip hastanın üzerine üç defa olanca gücümle üflerdim. Bunun üzerine, körü körüne inanmalarından mıdır nedir bilmem, bu hastaların çoğu anında bir rahatlama hissederlerdi." Sayfa 134  

     "Kalenderhanede, esrar kullanmaktan iskelet haline gelmiş birkaç derviş vardı. Zavallıların yüzleri gözleri çarpılmış, duyu ve bilinçleri gitmişti. Yanlarına girdiğimi görünce, beni selamlayarak ikram için önüme bir miktar ekmekle meyve koydular. Bedelini vermek isteyince gülerek geri çerdiler. Demelerine göre içlerinden kimileri 20 yıldan beri para yüzü görmemişler. Bu dervişleri yöre halkı doyuruyordu.

     Hatta öğleden sonra birkaç Özbek atlısı bunlara bazı hediyeler getirdi. Karşılığında da esrarla doldurulmuş çubuktan birkaç nefes çektiler. Bu zehir, kullandıkları başlıca uyuşturucuydu. Halkın çoğunluğunun esrarı seçmelerinin nedeni, haramlığı Kur'an'da açıkça belirtilen şarap ve diğer keyif vericilerden kaçınmalıdır." Sayfa 148
 
     "Kırgızlara ait çadırlara yaklaşınca kadınlar, çevreme toplanıp ellerindeki keçi tulumlarıyla bana su vermek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Bunlara göre, bu sıcak mevsimde yolcunun susuzluğunu gidermeye hizmet etmek, konukseverliğin ilk şartıdır ve bir Kırgız'dan su istemek adeta onu minnettar etmektir." Sayfa 149

     "Her birimiz ellerimize bir miktar çakıl taşı alıp fal niyetiyle Kur'an'ı açtık. Çıkan yerden başlayarak elimizdeki taşların sayısınca ayet okuduk. Bu konuda becerikli olan Hacı Salih bu ayetlerden sonuçlar çıkarmakla görevlendirildi." Sayfa 153

     "(Durfan Çölü) Havada uçan bir kuş, yerde hiçbir canlı yok. Hatta börtü böcek bile görülmüyor. Görülen şeyler yalnızca ölümün bıraktığı izler, helak olan kimi yolcuların şurada burada kalan ağarmış kemikleri. Yolcular bunları toplayarak kendilerinden sonra buralardan geçecek olanlara yolu göstermek için kazık gibi yere çakmışlar. Dünyada Türkmenlerden daha cesur insanlar düşünemem. Buna karşın Türkmenler bile bu çölü atla geçmeye cesaret edemezler." Sayfa 155 

     "Suları bittiği için hasta düşen iki arkadaşımızın, kurumuş dudaklarından çıkan tek söz 'su, merhamet ediniz, bir damla su' kelimeleri oluyordu. Ama yazık ki en aziz dostları bile, bizim için hayat kaynağı demek olan suyun bir yudumunu olsun feda etmeyi göze alamazlardı. 4. gün zavallılardan birisi ölerek susuzluk işkencesinden kurtuldu. Zavallı can çekişirken yanındaydım. Bir miktar su içirerek adamı bu müthiş durumdan kurtarmak mümkün değildi. Bununla birlikte hiçbirimiz bunu denemedik." Sayfa 156  

     "Bizlerden daha deneyimli olan zavallı develer, kum fırtınası geldiğini anlayarak üzüntüyle haykırdıktan sonra, diz çöküp boyunlarını yere uzattılar. Saklamak için başlarını kuma sokmaya çalışıyorlardı. Bizler de diz çökerek develerin arkasına gizlendik. Eğer bu kum fırtınası darbesine birkaç mil geride, yani çölün derin kesiminde rastlasaydık, şüphe yok ki hepimiz bulunduğumuz yerde kalacak, diğer bir deyişle telef olacaktık." Sayfa 157 

    "Buhara halkının büyük bölümünü Türkler, yani Turanlılar oluşturuyor. Bunlardan sonra, Özbeklerden başlayarak atalarının vahşi ve yırtıcı çehrelerini koruyan Kırgızlara varıncaya dek Tatar ulusunun çeşitli soyları görülüyor. Alçaklıkları inkar edilemeyecek Tacikler dışta tutulursa, Türk soyundan Mervliler, başkentin en müzevir ve hilekar insanlarıydı." Sayfa 164 

     "Kırgızlar, Turanlılara özgü eski ahlak ve geleneklerini tümüyle korumuşlardır. Bugün birçok kötü ahlaki niteliklerle kimi ilkel erdemleri şaşırtıcı biçimde birleştirmişlerdir. 

    İki Kırgız karşılaştığında, her şeyden önce birbirlerinin yedi göbeğe kadar atalarını bilip bilmediklerini sorarlar." Sayfa 165 

     "Buhara'da Hintlilere Multani deniliyor. Sayıları 500'ü geçmiyordu ancak çok çalışkan olduklarından Yahudilerden daha çok nüfuz kazanmışlardı. Çoğu sarı benizli ve çirkin görünüşlü olduğundan, pirinç tarlalarında kargalar için iyi bostan korkuluğu olurlardı. Bunların yaptıkları başlıca iş tefecilikti." Sayfa 166 

     "Bahaeddin Nakşibendi'nin türbesi civarında bulunan dilenciler, dilbazlıkta Roma ve Napoli dilencilerinden aşağı kalmıyorlardı." Sayfa 169 

     "Başlarında ucu sivri büyük külahlar, ellerinde asalar bulunan, tarak görmemiş uzun saçları karmakarışık Nakşibendi dervişlerinin, o gün yaptıkları garip zikir ve mukabeleyi bugün bile hatırlıyorum." Sayfa 169 

     "Buhara halkı, diğer İslam uluslarından üstün olduklarını savunuyorlardı. Hatta İslam'ın en büyük manevi önderi olarak kabul ettikleri Osmanlı Sultanı, ahlakın bozulmasına neden olan Batı etkilerinin ülkeye girişine izin verdiği için, belli ölçüler içinde eleştiriye uğramaktan kurtulamıyordu." Sayfa 175 

     "Ama içimden İstanbul'luların Buhara'lılardan başlıca ayrılık noktası olan iyi ahlaklarını övmekten geri kalmıyordum. Çünkü Buhara'lıların dindarlık iddiaları, sırf ikiyüzlülüktü. Bütün iş ve güçleri arsızca yalancılık ve dolandırıcılıktı." Sayfa 176

     "Dünyada kazandığım dostların en halis ve sadıkları olan, hayatımı yalnız kendileri sayesinde kurtardığım bu insanlara gerçek kimliğimi açıklamayıp, kendilerini aldatmak zorunda kalışım zihnimi aşırı ölçüde rahatsız ediyordu. Bir yolunu bulup bunları sırrıma ortak etmeyi istiyordum. Ama uygarlaşmış Avrupa'nın bile kendisini bütünüyle kurtaramadığı dinsel bağnazlık belası, Doğu uluslarında özellikle de Müslümanlar arasında çok güçlü olduğundan, buna bir türlü cesaret edemedim." Sayfa 194 

     "Izdırap verici bir acıyla uyandım. Bacağıma sanki yüzlerce zehirli iğne batıp çıkıyordu. En yakınımda yatan ihtiyar Türkmen; 'seni bir akrep sokmuş, hem de bu sıcakta. Allah yardımcın olsun' diyerek ayağımı kavradığı gibi koparmak istercesine bileğimden sıkı sıkıya bağladı. Sonra sokulan yere ağzını yapıştırıp bütün vücudumda hissettiğim kadar kuvvetle orayı emmeye başladı. Onun yerini iki kişi daha aldı ve yeniden iki kere daha bağladılar.

     Sonra beni şöyle bir teselli ile yalnız bıraktılar;  'Allah'ın izniyle encamın sabah namazına kadar belli olacak. Artık ya bu acıdan ya da şu yalancı dünyadan kurtulacaksın.'
     
     Izdırabımdan taş duvara çarpa çarpa kafamı ezmek istiyordum. Bunu anlamış olacaklar ki beni sağlam bir ağaca bağladılar. Bir ara gözlerime hafif bir uyku girdi ve bu hal içindeyken alıştığım 'Allahu Ekber, Allahu Ekber' sesiyle uyandım. Kendime geldiğimde acının azıcık dindiğini hissettim. Sızı ve yanma kaybolmaya başlıyordu.  Akrebin sokmasıyla vücuduma giren şeytanı sabah namazının içimden kovduğunu arkadaşlarım bana söyledi." Sayfa 202 

     "Esrari Türkmenleri halen yarı göçebe durumdaydılar ancak atalarının erdemlerini yitirmişlerdi. Onlardaki saflık ve temizlik, bunlarda yerini nifak ve riyaya bırakmıştı. Yalnız konukseverlikleri yok olmamıştı. İnsan bu kabilelerin yanında bir yıl süreyle konuk kalabilirdi. Yalnız Tacikler, Fransızların 'misafir ve balık üç günden sonra zehirdir' çirkin atasözünün anlamına uygun davranıyordu." Sayfa 203 

     "Herat'ta ister başıbozuk, ister asker olsun hiç kimse sokağa silahsız çıkmıyordu. Çünkü çarşıya giren bir kişinin, birini dövmek ya da kendini savunmak zorunda kalmaması çok az görülebilen bir durumdu. Kentin modasına tam olarak uyumak istemiyorsa sokağa çıkarken bir silah deposu haline gelmek, yani üzerinde iki tabanca, bir kılıç, bir hançer, bir kama, bir tüfek, bir kalkan bulundurmak gerekiyordu." Sayfa 217 

     "Meşhed'de valiye önemli işlerinde yardımcı olan ve bana nazik davranan İngiliz miralayı ile birlikte, İsa'nın doğum yortusunu kutladıktan sonra, yanıma dostum Molla Uşşak'tan başka kimseyi almadan yola çıktım." Sayfa 223

Bu blogdaki popüler yayınlar

Azgelişmişlik Üstünlüktür-Lütfi Bergen

Azgelişmişlik Üstünlüktür-Lütfi Bergen. Ayışığı Kitapları-Kitabevi, 2012.     "Yıllar sonraki bu ikinci baskıda, artık İslam'ın yegane medeniyet olduğuna sadece inanmıyorum; bunu biliyorum da." Önsöz      "Teknik, akli (hikmetle ilgili) bir olgu değildir. Basit olarak elde edeceğimiz mal ve hizmetleri çok karmaşık, çok işlemli bir sürecin sonunda elde etmeyi dayatır. Konforu gözeten bir maliyet. Şansınız yaver giderse bir buçuk saatte vapurlardan akıncılar gibi inip, bulduğunuz otobüsle işinize yetişirsiniz. Kısa zamanda uzun yolları kat etme imkanı veren teknik, işinizi uzak diyarlara sürmüştür. Kilolarca çamaşırı en çok beş saatte, beliniz kopmadan, ayağınıza dere suyu değmeden yıkar, kurutur, ütüler ama bir tek esvab (giysi) sahibi insanların kanaatini vermez." Sayfa 8.      "İç ve dış savaşlar, afetler, helak, eski uygarlıkların çöküşünün gerçek sebebi değildir. Gerçek sebep, uygarlıkların kendilerini yok edecek denli ağır ifsad ve bozguncul

Rahmanın Ayetleri Karşısında-Atasoy Müftüoğlu

Rahmanın Ayetleri Karşısında-Atasoy Müftüoğlu. Nehir Yayınları, 1988.      "İslamın yalnızca ruhi ve ahlaki ilkeler manzumesi olarak algılanmaya başlanması ile birlikte, İslami kişilik büyük bir parçalanmaya maruz kalmıştır. Bu olay sadece kişiliğin parçalanması ile sonuçlanmamakta, aynı zamanda din bütününün de parçalanması sonucunu doğurmaktadır." Sayfa 13      "Laik sistem, İslami iklimin toplumsal hayata sirayetine kesinlikle müsamaha etmemektedir. İslami iklim ancak kapalı kapılar ardında teneffüs edilebilmektedir.         Yaşadığımız toplumda İslam'ın somut hedeflerini açıklamak bir tür çılgınlık ya da delilik sayılmaktadır. İslam'ın somut hedeflerini açıklamak isteyen Müslümanlara değil kafirler, Müslüman yığınlar bile pek iyi bir nazarla bakmamaktadırlar." Sayfa 14.      "Modern dünyada, İslam'ın sınır ve sorumluluklarını emperyalistler belirlemeye çalışmaktadırlar." Sayfa 15.      "Modern dünyanın tüm kurumları yalnızc

Günümüzde Tasavvuf ve Tarikat Anlayışı-Cahide Merziye Karaca

Günümüzde Tasavvuf ve Tarikat Anlayışı-Cahide Merziye Karaca. Bilge Yayıncılık, 2010.      "Peygamberimizin inziva hayatı yaşamaması ve bunu teşvik etmemesi Kur'an'ın bir öğüdüdür. (Hadid27)". Sayfa 23.      "Nasıl iyi kul olunur sorusunun cevabı Peygamberimizin yaşantısında gizlidir. Başka yol ve metotlar peşinde koşmak, Peygamberimize saygısızlıkla beraber Kur'an'ın tavsiye ettiği yoldan daha iyisini bildiğini iddia etmek gibi, cahilce ve cüretkarca bir tutum içine girmek demektir." Sayfa 25.      "İlk dönem tasavvufçulara göre Zühd; helalleri haram kılmak veya malı telef etmek değil, elde olana güvenmemektir. Allah'ın helal kıldıklarını kendine haram kılıp onlardan kaçmak değil, onlara fazla önem vermemektir.     İslam'ın ilk yüz yılındaki ashabın Kur'an ve Sünnet temelli yaşantısı, zühd hareketinin de temelini oluşturmaktadır." Sayfa 27.      "Tasavvufun sistemleşmesi ve kurallaşmasının yüzyıllar aldığı görü