Allah Yolunda Yürürken-Nuri Yılmaz. Mana Yayınları, 2008
"İmtihanın varlığı, imtihana karşı bir uyarıyı da zorunlu kılar. Adaletin gereği olarak imtihanı var eden Allah, imtihanı bildiren ve kurtuluşa götüren yolunu, yani İslam'ı da var etmiştir." Sayfa 9.
"Müslümanların güçlü olduğu dönemlerde, İslam coğrafyasını hedef alan Haçlı Seferleri düzenlenmiştir. Ne zaman ki Müslümanlar dinlerine sahip çıkmayı bırakıp Batı kültürüne özenmeye başladılar, o zaman yöntemler birdenbire değişmiştir. Haçlı Seferleri yerine, dost görünerek İslam'dan daha fazla uzaklaştırma çabasına başlamıştır. Bireysel boyutta kaldığı sürece kimsenin inancına dokunulmamış, Müslümanların dinlerine sahip çıkma çabalarının hızlandığı günümüzde ise vahşi ve amansız saldırılar yeniden başlamıştır." Sayfa 15.
"İslam dışındaki düzenler için, zulmü ve adaletsizliği ortadan kaldıran bir hayat görüşü onların en büyük düşmanıdır. Bu yüzden tehlike İslam olduğunda, çatışmalar çekişmeler bir anda biter, dargınlar barışır, düşmanlıklar sona erer. Bütün güç ve enerji, Müslümanları engellemeye veya yollarını kesmeye odaklanır." Sayfa 16.
"Gerçek ve doğruların insanlığa duyurulması uğrunda çaba göstermek, yüce Allah'ın Müslümanlara yüklediği bir sorumluluk iken, tağutlar kendilerini kötüleyen, menfaatlerini tehlikeye düşüren fikirlerin duyurulmasına ve konuşulmasına izin vermek istemezler." Sayfa 20.
"Saltanatla birlikte dualist bir yönetim biçimi hakim olmuştur. Bu durum, dini otorite ile dünyevi otoritenin ayrılmasına, yani Allah'a ait olan ve Sultana ait olan gibi ayrımların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Saltanat, sorgulama ve eleştiriye açık bir yönetim biçimi değildir. Toplumun, sorgulamak bir yana, rıza göstermesini ve boyun eğmesini bekler.
Nitekim, hilafetin saltanata dönüşmesinden sonra ortaya çıkan uyarı ve eleştirilerin, bireysel baş kaldırış şeklinde olduğu görülür. Toplumun büyük bir kesimi henüz saltanatla birlikte neleri kaybettiğinin farkında değildir." Sayfa 45.
"Sonraki süreç, sultanların etki alanlarını genişletebilmek için inancı bulandırmaya çabaladıkları bir dönemdir. Uygulanan politikaların başarısının bir sonucu olarak Müslümanlar, Allah'ın elinin nasıl olduğu, arşa nasıl oturduğu, Kur'an'ın yaratılmış olup olmadığı gibi konuları konuşmaya başlamışlardır. Zalimleri, zulümleri ve zulmü nasıl engelleyeceklerini konuşmaları gerekirken, yaşamlarından hiçbir şey değiştirmeyecek olan konuları tartışmaya girişmişlerdir." Sayfa 46.
"Mezhep imamları, sultanların diledikleri gibi yaşamalarına ve inancı çıkarlarına göre yorumlatmalarına engel olamadılar. Emevi Sultanları baskı, israf ve eğlence düşkünlüğü gibi yollarla ahireti her geçen gün biraz daha unuttular. Dünya imkanlarına her geçen gün biraz daha fazla tutundular. Bunun karşısında, zühd ve takvayı öne çıkaran kimi tercihler vücut bulmaya başladı.
Böyle kimselerin siyasi otoritenin uygulamaları karşısında buldukları çözüm, mümkün mertebe hayattan uzak kalmayı öne çıkarmaktı. Dünya zevk ve imkanlarına tamah etmeden az ile yetinmeyi, ibadetlerini yerine getirmeyi ve ahlaktan uzaklaşmamayı tercih ediyorlardı. Dikkatlerini insanın iç dünyasının güzelliklerini aramaya vermişlerdi. Daha çok bireysel bir tercih olmasına rağmen zühd ve takva arayışı toplumda kolay yankı buldu. Mistik karakterli Hint ve İran dinlerinin etkisiyle felsefi bir boyut kazandı. Öğretisi ve ilkeleri olan belli bir sistem şeklinde, farklı ekoller tarafından temsil edilmeye başlandı. Yeni öğretimin adı tasavvuf idi." Sayfa 49, 50.
"Tarikatlar İslam dünyasının yaklaşık 800 yılına damgalarını vurmuşlardır. Tarikat kültürünün o kadar güçlü ve uzun soluklu olmasının sebeplerinden birisi, Osmanlı'nın verdiği destek olmuştur. Osmanlılar, hakim oldukları toprakları üzerinde yaşayan halk arasında birlik ve bütünlüğü sağlamak için, siyasi otorite ile işi olmayan bu hayat görüşünden büyük ölçüde yararlanmışlardır." Sayfa 54.
"Said Nursi, İslam dünyasını bekleyen en büyük tehlikenin Allahsızlık, yani komünizm olduğunu düşünmüş ve mücadelesini Allah'ın varlığını ispatlamak temeli üzerine kurmuştur. Bu uğurda ciltler dolusu kitap yazarak iman ilkelerini böyle bir bakış açısıyla yeniden ele almıştır.
Süleyman Hilmi Tunahan, ezanın bile Türkçe okutturulduğu bir dönemde, Müslümanları bekleyen en büyük tehlikenin Kur'an'ın tamamen unutturulması olduğunu düşünmüştür. Buna karşılık, baskı dönemlerinde büyük fedakarlıklarla öğrenci okutmuş, sonrasında da mümkün olduğunca çok Kur'an kursu açmıştır. Mehmet Zahid Kotku ise tarikat geleneğinden geliyor olmasına rağmen, o geleneği aşmış ve siyasi alanda ortaya çıkacak mücadelelere onay vermiştir." Sayfa 56.
"...Fakat hemen hemen bütün bu mücadeleler, ilk dönemlerinden sonra farklı bir sürece girmeye başladı. Geçmişten gelen güçlü cemaat geleneği onları sarıp kuşattı. Öğretiler, değişmez doğrular olarak sahiplenildi ve farklı fikirlere karşı önyargılı bir red tutumu gelişti. Aslında bu fikirler, zamanın şartları içinde İslam'ı bekleyen tehlike olarak tespit edilen problemlere çözüm olsun diye geliştirilmişti. Tehlikenin veya problemin değişmesi ile birlikte fikirlerin de değişmesi gerektiği göz ardı edildi.
Bu hareketlerin ortak yönleri, liderliğin asla eleştirilememesi ve eleştirenlerin acil bir şekilde dışlanmasıdır." Sayfa 57, 58.
"Kısacası bütün kolektif hareketler, bireyleri kendilerine uydurmaya, onları hareket karşısında iradesiz hale getirmeye çalışırlar. Bunun sonucunda, tam bağlı ve ölüme bile gözünü kırpmadan giden bireylerin oluşturduğu bir birliktelik ortaya çıkar. Ancak bu yolla oluşan birliktelik, kör ve içe kapalıdır. İçeride olup biten her şeyi peşinen benimser ve kabullenir, dışarıda olup bitenler ise eksik veya yanlıştır. Dışarıda doğru ve iyilere karşı kör olmak daha çok tercih edilir." Sayfa 68.
"İradesini başkalarının kontrolüne devreden kişi açık bir yanılgı içindedir. Karşılığında çıkar ve menfaat elde etmek ya da onu taşımanın sorumluluğundan kaçmak için giriştiği bu durum, ahirette onu büyük bir kayba götürür. Uğradığı zararın hiçbir telafisi yoktur.
Yüce Allah, imtihanın gereği olan kabiliyetleri herkese vermiştir. Herkes kendi imtihanını yaşamak zorundadır. Ölüm kalım meselesinden çok daha hayati bir konuda, görmezden gelerek iradesinden vazgeçmek, bedeli çok ağır bir davranıştır." Sayfa 90.
"İradesini başkasına devrederek kendilerini kandıranlar, peygamberlerinin veya peşine düştükleri önderlerinin şefaat etmesiyle kolayca kurtulabileceklerini düşünürler. Oysa Allah katında, kolaya kaçanların düşündüğü anlamda bir şefaat yoktur.
İnsan için hesap günü tek kurtuluş, dünyada iken yaptıklarıdır." Sayfa 93.
"Müslüman bir birey olmak, inandığı değerlerin canlı bir örneği olmayı gerektirir. İnandığı değerlerin canlı bir örneği olmak isteyen kişi, önce onları doğru bir şekilde bilmek zorundadır. Bilmenin yolu ise bilginin tek kaynağı olan Kur'an'dan geçer." Sayfa 101.
"Müslüman olmak, belli zamanlarda veya sınırlı davranışlarda Allah'ı memnun etmek değil, hayatın tümünü Allah'ın memnun olacağı şekilde oluşturmak demektir." Sayfa 102.
"Allah katında 'birçok insana göre daha iyi durumda olmak' gibi bir ölçü yoktur. Birçok insana göre daha iyi olmak bile Allah'ı memnun etmek için yeterli olmayabilir.
Müslüman olmak, bazı iyiliklere sahip olmakla yetinmek değil, Müslüman olmanın gerektirdiği sorumlulukları en iyi şekilde yerine getirmeye çalışmaktır." Sayfa 105.
"İslam, hırs, çıkar ve rekabetten kaynaklanan düşmanlık ve ayrılıkları; Allah'a ve ahiret gününe iman etmenin ortaya çıkardığı yakınlıklara dönüştürür. Sonra da zaten yakınlaşmış olan kalplere, kardeşlik tohumu ekerek onları birbirine kenetler." Sayfa 138.
"Oysa İslam, hayatı bir nefis mücadelesi olarak görmez. İnsana hayattan ve dünya nimetlerinden el etek çekmesini söylemez. Aksine, Allah'ın razı olacağı sınırlar içinde isteklerini karşılama izni verir.
Nefsin istekleri, Allah'ın razı olacağı sınırlar içinde mi karşılanacak, yoksa tamamen yasaklamak veya tamamen serbest bırakmak gibi aşırılıklarla mı?
Hayatı nefis mücadelesinden ibaret olarak görenlerden başka, bir de hayatı cemaatin varlığını koruma ve ne olursa olsun ayakta tutma mücadelesi olarak görenler vardır. Bu anlayışa sahip olanlar, İslam'ı bir cemaatin görüşleri ve faaliyetleri ile eş tutarlar." Sayfa 171.
"Kur'an'ın inişi ile birlikte, doğruyu arayan için, hayat kaynağı olma iddiasındaki bütün kitaplar ve fikirler anlamını yitirmiştir. Kur'an'a uygun olmayan hiçbir söz, hiçbir fikir ve hiçbir kitap insanları İslam'ın esenliğine ulaştıramaz.
Ve Kur'an'dan başka hiçbir kaynak, sorgu günü insanı kurtaramaz." Sayfa 174.
"Hadis hakkında tartışmaların ilki, hadislerin doğruluğu üzerinedir. Hadis toplayıcıları, kitaplarına aldıkları hadislerde rivayet zincirini, yani kimin kimden duyduğu meselesini temel ölçü almışlardır. Hadis olarak bildirilen sözün içeriğine dikkat edilememiştir. Bu durum ise iki büyük soruna yol açmıştır:
Birincisi; fikir ayrılıklarının yaşandığı, sultanların kendi hakimiyetlerini sağlamlaştırabilmek için uydurma ve sahte sözleri yaygınlaştırmaya çalıştıkları bir dönemde, uydurma sözlerle gerçek sözleri ayıramamış olmaları. Bu yüzden kitapların uydurma sözleri de içermesi.
İkincisi ise dilden dile aktarımlarda ortaya çıkması kaçınılmaz olan, insanla ilgili kusurların yani yanlış anlama, yanlış aktarma ya da unutmanın etkisiyle meydana gelen eksik ya da yanlış bildirimlerdir.
Sonuçta üzerinde ne kadar titiz ve uzun çalışılmış olursa olsun, yanlış veya eksik sözlerin kitaplara girmesi kaçınılmaz olmuştur." Sayfa 176.
"Hadis üzerine ortaya çıkan tartışmaların bir diğeri ise hadislerin bağlayıcılığı üzerinedir. Kimileri toptancı bir anlayışla tamamını doğru ve tartışılmaz kabul etmiştir. Kimileri ise güvenilmezlik sorununa işaret ederek toptan reddetmiştir. Oysa bu noktada Ebu Hanife'nin yöntemine başvurulabilir:
'Bu söz Hz Peygambere ait olamaz. Zira Allah'ın Peygamberi Allah'ın kitabına muhalefet etmez.'
Nitekim 'Bir sözü Kur'an'a vurun, uyuyorsa alın, uymuyorsa atın' şeklinde hadisler de vardır." Sayfa 177.
"Kimileri iyi niyetle farkında olmadan, kimileri de güç elde etmek için eğip bükerek hadisler aracılığıyla yaşam biçimini tarif etmeye çalıştılar. Sonuçta hepsi de kendisini İslam'ın en doğru yorumu olarak gören, bazı konularda neredeyse tamamen birbirlerine zıt ekoller ve liderler ortaya çıktı. Bu ekoller ve liderler, 'sözün etkisi ve bağlayıcılığı yönünden' Kur'an'ın önüne geçtiler. Liderin sözü Allah kelamı, cemaatin görüşü ise İslam'ın kendisi olarak görülmeye başlandı. Liderin sözünü veya cemaatin görüşünü sorgulamaya kalkanlara karşı delil olarak ise; 'Sen onca alimden daha iyi mi biliyorsun?' diye soruldu. 'Yüzyıllardır onca âlim yanlış söylemiş de bir tek sen mi doğrusun?' dendi.
Oysa bir Müslüman için sözün başladığı yer de biteceği yer de Kur'an olmak zorundadır." Sayfa 178
"Kur'an'dan delil gösteremeyen görüşlere şüphe ile yaklaşmak ve sorgulamak, doğruya ulaşmak için tercih edilmesi gereken bir yoldur. Böylece hiç kimse aklına gelen her şeyi İslam olarak ortaya koyamaz." Sayfa 179.
"Sonuç olarak Kur'an, Müslümanlar için hayatın kendisine göre oluşturulacağı tek kaynak ve fikir ayrılıklarının olduğu anda müracaat edilmesi gereken tek hakemdir. Böyle olduğu zaman, Müslümanlar ortak bir hedef ve ortak bir çizgide buluşma fırsatı elde edebilirler." Sayfa 181.
"Vakitsizlik, geçim sıkıntısı, anlamamak gibi bahanelerin arkasına sığınarak Kur'an'dan uzak kalanlar, elde ettikleri az bir bilgi ile yetinenler, çaba ve gayret göstermeksizin birilerinin çıkıp kendilerine Kur'an'ı anlatmasını bekleyenler, onun güzelliklerini olması gerektiği şekilde tadamazlar." Sayfa 182.
"Kur'an herkesin anlayabileceği bir kitap olarak indirilmiştir. (Kamer 17, 22, 32, 40). Problem, insanın anlamayı isteyip istememesinden kaynaklanmaktadır." Sayfa 184.
"Kur'an'a uygun düşmeyen işler yaparak Müslüman olunmaz. Ancak Kur'an'a göre yaşayarak Müslüman olunabilir." Sayfa 194.
"İslam, kişinin Müslüman olmaya karar vermesi ile başlar. Allah'a karşı sorumluluklarını yerine getirdiği sürece devam eder. Bir kere elde edilince, bir daha asla kaybedilmeyen bir hedef değildir. Hayatın herhangi bir aşamasında, Allah'ın emir ve yasaklarından uzaklaşıp tevbe ile geri dönülmezse anında son bulur." Sayfa 207.