İbadetlerde Ruh ve Şekil, İbadet mi Ayin mi?-Mustafa Karataş. Gonca Yayınları, İstanbul 2005
"Maalesef insanlar ibadetin asıl manasını unuttular, ibadeti birtakım kulluk merasimleri ve ayinler haline getirdiler. Bunları yerine getiren kimsenin, Allah'a karşı ibadet vazifesini yerine getirdiğini zannettiler. Bu büyük hataya hem avam tabakası, hem de abidler ve din adamları (denilen kimseler) düştü.
Kur'an'ı kalbe inmeyen bir şekilde okumaya devam ettiler ama Kur'an'ın ne dediği ile hiç ilgilenmediler. Abid, zahid, derviş ve din adamı geçinenlere gelince, onlar çok daha başka bir hal üzere oldular. Tesbih ve seccadelerini alıp odalarının loş ışıkları içerisinde alemleri seyre daldılar. Dünyadan onlara ne. Halbuki dünyayı kat kat zulüm kaplamış, küfür hükmünü yürütmekte, insanlar şirk bataklığının içinde debelenmekte, şirkin karanlığı hakkın nurunu göstermez olmuş ama onlara ne ki? O muttakiler bunlarla ilgilenmezler. Çünkü onlar kendilerine göre ibadetleri ile uğraşmaktalar; devamlı virdlerini çeker, binlik tespihlerini sayar, nafile namazlarına, oruçlarına devam ederler." Sayfa 17.
"İbadet çok geniş bir kavramdır. İbadet deyince halkın büyük bir kısmı sadece farz olan namaz, oruç, hac ve zekat gibi belli ibadetlerle yine bu emrin nafilelerini ifa etmek, Kur'an-ı Kerim okumak, tesbih çekmek ve zikretmekten ibaret olarak kabul etmişlerdir.
Müminin bütün hayatı ibadettir. Mümin sadece kendi devleti içinde bolluk, huzur ve emniyette yaşayan kişi değildir. Bu özelliklerin bütün dünya için olması yönünde çalışır." Sayfa 29.
"Genel anlam itibarıyla imam 'devlet reisi' demektir. Din ve dünyayı ayrı düşünen inanç sonucu, devletin başındakilere değil de sadece camide namaz kıldıranlara bu isim münhasır olmuştur. Halbuki İmam 'otorite' demektir. Devletin başı hem idari işlerde hem de dinin diğer sahalarında en üst makamdaki zat demektir. Cumayı o ya da onun vekili kıldırır. Onun adına hutbe okunur. Böyleyken bugün İmam sıradan bir devlet memuru sayılmaktadır." Sayfa 84.
"İmam ve müezzine din görevlisi demek de gariptir. Dinin bu şekilde görevlendirdiği birileri yoktur. İslam'da kim daha ehil ise bu kişi müslümanların önüne geçer, imam olur ve namaz kıldırır. Namaz dışında da bu kimseler, cemaatin her türlü işinde istişare edeceği, sözünü dinleyeceği selahiyetli kimselerdir.
İmamı sadece namaz için görevlendirilmiş bir 'namaz kıldırma memuru' gibi görmek, din ile dünya işlerini birbirinden ayrı gören bir anlayışın ürünüdür. Bu anlayış ile namazın gerçek manasına erebilmek hiç de mümkün olmayacaktır.
Cenaze ve mevlid peşinden koşmayan, nikah ve hatim paralarına tenezzül etmeyen, Kuran ehli imam ve müezzinler tasavvur ettiğimiz takdirde ve bunun tedbirlerini aldığımız zaman, din ve dindara bakış da bugünkü halinden çok farklı olacaktır." Sayfa 85.
"Falanca üstadın, filanca hocamızın kitaplarını okuduğumuz kadar bile Kur'an'ı okumadığımız çelişkili bir anlayışla karşı karşıyayız. Tabiri caizse hakiki bal ve şerbet dururken, şeker tatmak için çuvallar dolusu keçiboynuzu yemekle meşgulüz." Sayfa 95.
"Manasını anlamadan Kur'an'ı ezberlemek, Kur'an'ı dünya menfaatine alet etmeye zemin hazırlamaktadır. Hiçbir vazife ve işi olmayan birçok hafız, para ile Kur'an okunan meclislerden meclislere koşarak geçimlerini temin yoluna gitmektedir ki bu da din ve Kur'an adına işlenen en büyük ayıp, belki de sahtekarlıktır.
'Siz benim ayetlerimi az bir para karşılığı satmayın ve benden sakının' Bakara 41 ayetiyle manasını anlamadan okuyup yine para alan insanların ve bunu meslek edinenlerin halini göz önüne getiriniz. Bu ne çirkin bir durumdur. Bu ne büyük cehalettir." Sayfa 96.
"Ey insanlar! Sizden öncekiler Kur'an-ı Kerim'i, Allahü Teala tarafından kendilerine gelen bir mektup bildiler. Gece okur, düşünürler; gündüz ona uyarak iş yaparlardı. Kur'an-ı Kerim'den maksat onu okumak değil, ona uyarak iş yapmaktır. Okumak ise akılda tutmak içindir.
Emirlerine uymadan Kur'an-ı Kerim okuyan, efendisinden mektup alıp, mektupta yapması gereken işler bildirilen bir kölenin, bir yere oturup mektubu yüksek sesle okuması, sözleri ağzından gayet düzgün çıkarması ve fakat emirlerden hiçbirini yapmaması gibidir. Şüphesiz bu durum, azarlanmaya ve cezaya müstehak olur." Sayfa 100.
"Sağlam temellerden yoksun zayıf bir senetle rivayet edilmiş; 'Küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz. Dediler ki büyük cihat nedir? Buyurdu ki kalbin cihadıdır' sözünü öne sürerek, Kur'an'ın, karşılığında cenneti vaadettiği, Allah yolunda savaşmak, ölmek ve şehit olmakla ilgili onlarca ayeti göz ardı etmek ve küçük cihat saymak, Kur'an'ı ve İslam'ı iyi anlamamaktan ya da art niyetli hareket etmekten kaynaklanmaktadır. Oysa Kur'an, Allah yolunda savaşmayı en büyük kurtuluş olarak tanımlamaktadır. (Tevde 111)" Sayfa 141.
"Batılılaşma hastalığı sebebiyle kendi örf ve adetlerimizi terk ettiğimiz ve hatta unuttuğumuz bir gerçektir. İşte düğün ve derneklerimiz bunun en çarpıcı örneğidir. Düğünleri tören salonlarında içkili pastalı yaptık. Gelini, boyanıp pudralanıp bütün milletin sırayla öpmesi için damatla bir köşede tuttuk. Çalgılarla cazlarla sazlarla tepindik ve sarhoş kafalarla gelin ve damadı gerdeğe soktuk. Vur patlasın çal oynasın edasıyla yedik içtik ve evlenenleri ve düğün sahiplerini akıl almaz masraflara boğduk ve sonunda kimliksiz, töresiz, din ve imandan, salih amelden uzak bir toplum oluşturmayı yeğledik." Sayfa 142.